Bir varmış, bir yokmuş…
Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, minicik bir kasabada, üç iyi arkadaş yaşarmış: bir pire, bir çekirge ve bir kurbağa.
Bir gün gökyüzüne bakarken kurbağa içini çekmiş:
“Ne kadar güzel bulutlar! Acaba onlara kadar zıplayabilir miyiz?”
Pire hemen havaya atlamış, “Zıplama mı dedin? Ben bu işin ustasıyım!” demiş.
Çekirge de antenlerini düzeltmiş, “Ben de az zıplamam! Hem benim bacaklarım seninkilerden çok daha uzun!” diye övünmüş.
Böylece üçü büyük bir zıplama yarışı yapmaya karar vermişler.
“Bakalım kim en yükseğe zıplayacak!” demişler.
Haber kısa sürede yayılmış; kuşlar, böcekler, fareler, hatta kelebekler bile bu eğlenceli yarışı izlemeye gelmiş.
Kral da duymuş bu haberi. Kral çok meraklı bir adammış, hem de eğlenceyi pek severmiş.
“Harika!” demiş gülerek. “Ben de bu yarışı izlemek isterim. Hatta kazanana büyük bir ödül vereceğim: Kızım Prenses Güneşçiği!”
Bütün hayvanlar şaşırmış.
Prenses Güneşçik altın renkli saçlarıyla pırıl pırıl parlayan, güler yüzlü bir prensesmiş. “Ben de kazananı merak ettim,” demiş tatlı tatlı.
İlk önce pire sahneye çıkmış.
Üzerinde minik ama şık bir ceket varmış. Gözlerini kırpıştırıp, seyircilere gülümsemiş.
“Ben çok özel bir pireyim,” demiş gururla. “İnsan saraylarında yaşarım. Atlayışlarım öyle yüksektir ki, kimse göremez bile!”
Sonra çekirge öne zıplamış.
Üzerinde yemyeşil, doğadan ilham alan bir elbisesi varmış.
“Ben de tarlaların şarkıcısıyım,” demiş neşeyle. “Zıplarken şarkı söylerim, bütün çiçekler bana eşlik eder!”
Herkes çekirgenin zarafetine hayran kalmış.
Sıra kurbağaya gelmiş.
Kurbağa biraz sessizmiş.
Koca gözleriyle etrafa bakmış, derin bir nefes almış.
Hiç konuşmamış.
“Ne kadar ağırbaşlı biri!” demiş seyirciler.
Yaşlı bilge baykuş mırıldanmış: “Sessiz olanlar bazen en çok düşünenlerdir.”
Kral kafasını sallamış: “Göreceğiz bakalım…”
İlk olarak pire zıplamış.
Bir anda gözden kaybolmuş!
Herkes şaşırmış.
“Ne oldu? Zıpladı mı, yoksa yerinde mi kaldı?” demişler.
Kral elini alnına koymuş: “Hiçbir şey göremedik, demek ki hiç zıplamadı!”
Pire kızmış ama belli etmemiş. “Bu kadar yükseğe çıktım da görmediler tabii!” diye söylenmiş içinden.
Sonra çekirge sıra almış.
Bir, iki, üç… hop!
Kralın omzuna konmuş.
Kral gülmüş: “Sen de biraz fazla şakacısın galiba!”
Sıra kurbağadaymış.
Kurbağa derin derin düşünmüş.
Herkes beklemiş.
“Ne yapıyor bu?” diye fısıldaşmışlar.
Tam o sırada—hop!—kocaman bir zıplayış yapmış ve doğruca prensesin kucağına konmuş!
Prenses şaşırmış, sonra kahkaha atmış:
“Ne kadar tatlı bir kurbağa!”
Kral ayağa kalkmış, gözleri parlamış:
“Kızımdan daha yüksek bir yer yok! Onun kucağına zıplamak, en büyük başarı! Kurbağa hem akıllı hem cesur!”
Bütün hayvanlar alkışlamış, kuşlar ötüşmüş, kelebekler etrafında uçuşmuş.
Kurbağa prensesle evlenmiş.
Birlikte göl kenarında güzel bir sarayda yaşamaya başlamışlar.
Her sabah prenses, kurbağanın neşeli “vak vak” şarkısıyla uyanırmış.
Pire burnunu havaya kaldırmış.
“Hıh! Zaten ben en yükseğe zıpladım. Ama bu dünyada yeteneğe değil, şansa bakıyorlar!” diyerek uzak diyarlara gitmiş.
Orada kaybolmuş, bir daha kimse ondan haber alamamış.
Çekirge ise bir çimenin üstünde oturup hüzünlü bir şarkı söylemiş:
“Bazen görünüş kazandırır, ama kalp kazanır…”
O günden sonra kim güzel zıplarsa, kim aklını kalbiyle birleştirirse, herkes ona “Kurbağa gibi akıllı!” dermiş.
Ve masal da burada bitmiş.
Gökten üç elma düşmüş:
Biri anlatanın başına,
Biri dinleyenin kalbine,
Biri de hiç konuşmadan kalbiyle düşünen kurbağanın şerefine!
Bu hikaye, çocuklar için yazılmış hayvan masalları serimizin bir parçasıdır.