Uyuyan Güzel, törene davet edilmeyen yaşlı perinin lanetiyle 100 yıl uykuya dalan bir prensesin masalıdır. Masal, iyi yürekli bir perinin yardımıyla ölümden kurtulup derin bir uykuya geçen prensesin, yüz yıl sonra gerçek aşkı tarafından uyandırılmasını anlatır. Bu hikaye, kaderin ve iyi kalpliliğin kötülüğe karşı daima galip geldiği büyülü bir serüvendir.
Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde; uzak diyarların birinde bir Kral ile Kraliçe yaşarmış. Her şeye sahiplermiş ama bir türlü çocukları olmuyormuş. Bu duruma o kadar, ama o kadar üzülüyorlarmış ki, kederlerini tarif etmeye kelimeler yetmezmiş.
Nihayet, o beklenen gün gelmiş ve Kraliçe dünyalar güzeli bir kız bebek dünyaya getirmiş. Sarayda görkemli bir vaftiz töreni düzenlenmiş. Krallıkta bulunan yedi peri, küçük prensese vaftiz annesi olmaları için saraya davet edilmiş. O zamanların adeti böyleymiş; her peri prensese bir erdem bağışlarmış. Böylece küçük prenses, dünyada hayal edilebilecek bütün güzelliklere sahip olacakmış.
Tören bittikten sonra, periler onuruna hazırlanan büyük şölene geçilmiş. Kral, her perinin önüne som altından bir tabak; yanına da elmas ve yakutlarla süslü altın kaşık, çatal ve bıçak koydurmuş.
Tam herkes sofraya oturacakken, salonun kapısı gıcırdayarak açılmış ve içeriye çok yaşlı bir peri girmiş. Bu peri, elli yıldır kulesinden hiç çıkmadığı için herkes onun öldüğünü ya da büyülendiğini sanıyormuş. Bu yüzden de davet edilmemiş.
Kral hemen ona da bir yer ayırmış ama diğerlerine olduğu gibi özel yapım altın takımlardan verememiş, çünkü onlardan sadece yedi tane yaptırmış. Yaşlı peri, önüne konan sıradan tabağı görünce bunu kendisine yapılmış büyük bir hakaret saymış ve dişlerinin arasından tehditkâr sözler mırıldanmış.
Onun hemen yanında oturan genç peri, bu mırıltıları duymuş. Yaşlı kadının prensese bir kötülük yapmasından korkarak, şölen bitiminde hemen bir perdenin arkasına saklanmış. Amacı, herkes dileğini söyledikten sonra ortaya çıkmak ve olası bir laneti, elinden geldiğince hafifletmekmiş.
Sıra hediyelere gelmiş:
- En genç peri, “Prenses, dünyada görülmüş en güzel kız olsun” demiş.
- İkincisi, “Melekler kadar iyi kalpli olsun” diye eklemiş.
- Üçüncüsü, “Attığı her adımda zarafet aksın” demiş.
- Dördüncüsü, “Kusursuz dans etsin” diye buyurmuş.
- Beşincisi, “Sesi bülbülleri kıskandırsın” demiş.
- Altıncısı ise, “Bütün müzik aletlerini ustalıkla çalsın” demiş.
Sıra yaşlı periye gelmiş. Başını kindar bir öfkeyle sallayarak, salonu buz gibi yapan o korkunç kehaneti savurmuş: “Prenses on beş yaşına geldiğinde, eline bir iğne batacak ve ölecek!”
Salondaki herkes donup kalmış, ardından hıçkırıklar yükselmiş. Tam o anda, saklandığı perdenin arkasından çıkan genç peri seslenmiş: “Korkmayın Kralım, Kraliçem! Kızınız ölmeyecek. Benim gücüm yaşlı perinin büyüsünü tamamen bozmaya yetmez ama etkisini değiştirebilirim. Evet, prensesin eline bir iğne batacak ama ölmeyecek; sadece yüz yıl sürecek derin bir uykuya dalacak. Yüz yılın sonunda bir kralın oğlu gelip onu uyandıracak.”
Kral, bu felaketi önlemek umuduyla derhal bir ferman çıkarmış: “Krallıkta hiç kimse iğne veya çıkrık kullanmayacak, evinde bulundurmayacak! Bu yasağa uymayanlar ölümle cezalandırılacak!”
Yüz Yıllık Uyku
Aradan on beş, on altı yıl geçmiş. Kral ile Kraliçe’nin yazlık sarayda olduğu bir gün, genç prenses sarayın odalarını gezmeye başlamış. Dolaşa dolaşa kuledeki küçük bir odaya varmış. İçeride, Kral’ın yasağından haberi olmayan yaşlı bir kadıncağız, çıkrığıyla iplik eğiriyormuş.
Prenses merakla, “Nineciğim, ne yapıyorsun böyle? Bu dönen şey de nedir?” diye sormuş. “İplik eğiriyorum güzel kızım” demiş yaşlı kadın. “Ne kadar ilginç, ne kadar zarif!” demiş Prenses, “Ver bana da deneyeyim.”
Ancak çıkrığı eline alır almaz, belki aceleciliğinden, belki de lanetin gücünden, iğne parmağına batıvermiş ve prenses oracıkta bayılıp düşmüş.
Yaşlı kadın feryat figan yardım istemiş. Herkes koşmuş; prensesin yüzüne su serpmişler, ellerini ovmuşlar, şakaklarına kolonya sürmüşler ama nafile. Prenses derin uykusundan uyanmamış.
O sırada odaya giren Kral, yaşlı perinin sözlerini hatırlamış ve kaderin önüne geçilemeyeceğini anlamış. Prensesi sarayın en güzel dairesine, altın ve gümüş işlemeli yatağına yatırtmış. Kız o kadar güzelmiş ki, uyurken bile yanakları gül pembesi, dudakları mercan kırmızısıymış. Hafifçe alıp verdiği nefes, onun ölmediğini, sadece derin bir uykuda olduğunu gösteriyormuş.
İyi yürekli peri o sırada çok uzaklarda, Matakin Krallığı’ndaymış. Ancak yedi fersahlık çizmeleri olan bir cüce ona haberi hemen ulaştırmış. Peri, ejderhaların çektiği ateşten arabasıyla bir saat içinde saraya varmış.
Peri şöyle düşünmüş: “Prenses yüz yıl sonra uyandığında, koca sarayda yapayalnız kalırsa korkar.” Bunun üzerine sihirli değneğiyle saraydaki herkese dokunmuş: Dadılar, nedimeler, aşçılar, yamaklar, kapıcılar, muhafızlar, ahırdaki atlar ve hatta prensesin kucağında uyuyan minik köpeği Mopsi… Kral ve Kraliçe hariç herkes olduğu yerde uykuya dalmış. Ocakta kızaran keklikler, tavalar, hatta ateşin kendisi bile donup kalmış. Böylece prenses uyandığında, hepsi onun hizmetine hazır olacakmış.
Kral ile Kraliçe, kızlarını son kez öpüp sarayı terk etmişler ve kimsenin oraya yaklaşmamasını emretmişler. Zaten buna gerek de kalmamış; çeyrek saat içinde sarayın etrafını öylesine sık ağaçlar, dikenli çalılar ve sarmaşıklar sarmış ki, ne insan ne hayvan geçebilir olmuş. Sadece en yüksek kulelerin tepesi uzaktan belli belirsiz seçiliyormuş.
Prens ve Uyanış
Mevsimler, yıllar geçmiş; tam yüz yıl dolmuş.
O sırada tahtta başka bir hanedandan gelen bir kral varmış. Onun oğlu, bir gün ormanda avlanırken ağaçların üzerinde yükselen kuleleri görmüş. Yanındakilere, “Şuradaki kuleler kime ait?” diye sormuş. Kimi, “Perili köşk orası” demiş; kimi, “Cadılar toplanır” demiş. Ancak en yaşlı köylü öne çıkmış: “Prens hazretleri, elli yıl önce babam anlatırdı: Orada dünyanın en güzel prensesi yüz yıldır uyumaktadır. Bir kralın oğlu gelip onu uyandıracaktır.” demiş.
Genç Prens bunu duyunca kalbinin alev aldığını hissetmiş. Kaderindeki kişinin kendisi olduğuna inanarak atını dikenli ormana sürmüş. O aşılmaz sanılan ağaçlar, çalılar ve dikenler, prensin önünde saygıyla eğilip yol açmışlar. Prens saraya doğru ilerlemiş ama arkasından yol hemen kapanmış; kimse onu takip edememiş.
Sarayın avlusuna girdiğinde gördüğü manzara tüyler ürperticiymiş: Herkes yerde, ölüm sessizliğinde yatıyormuş. Ancak muhafızların al al yanaklarına ve hizmetçilerin huzurlu yüzlerine bakınca, onların ölmediğini, sadece uyuduğunu anlamış.
Mermer merdivenleri çıkmış, altın salonlardan geçmiş ve nihayet perdeleri açık duran o odaya girmiş. Yatakta, on beş-on altı yaşlarında, ilahi bir güzelliğe sahip prensesi görmüş. Güzelliği o kadar parlakmış ki, prensin gözleri kamaşmış. Titreyerek yaklaşmış ve dizlerinin üzerine çökmüş.
Tam o anda büyü bozulmuş. Prenses uykusunu almış olarak gözlerini açmış ve karşısındaki gence sevgiyle bakarak: “Siz misiniz Prens’im?” demiş, “Beni ne kadar da çok beklettiniz.”
Prens sevinçten ve heyecandan ne söyleyeceğini bilememiş. Prensesin sesi o kadar büyüleyiciymiş ki, oracıkta ona sırılsıklam aşık olmuş.
Bu sırada saray halkı da uyanmış ve herkes görevine dönmüş. Karnı zil çalan baş hizmetçi, prensesin huzuruna çıkıp, “Sofra hazır efendim!” demiş. Prens, prensesin koluna girmiş. Prensesin kıyafetleri büyük büyük annesinin modasına benziyormuş ama bu onun güzelliğine gölge düşürmüyormuş. Aynalı salonda yemek yemişler, kemancılar yüz yıllık şarkıları çalsa da melodi harikaymış. Yemekten sonra, saray kilisesinde hemen nikahları kıyılmış. O günden sonra, herkes hak ettiği gibi, sonsuza dek mutlu yaşamış.
Bu Masalı Beğendiyseniz…
Grimm Masalları sayfamızı ziyaret edin!



