Bir zamanlar, geniş tarlaları ve sayısız hayvanı olan bir köylü yaşarmış. Köylü, işini bilen, hayvanlarına iyi bakan ama aynı zamanda onların hallerini gözlemleyen bir adammış. Onun en ilginç özelliği, Allah’ın ona verdiği özel bir lütufmuş: hayvanların dilini anlayabiliyormuş.
Köylünün çiftliğinde pek çok hayvan varmış, ama iki tanesi en dikkat çekiciymiş: iri yapılı, güçlü bir öküz ve inatçı ama akıllı bir katır. Öküz, sabahın erken saatlerinden akşama kadar tarlada çift sürer, ağır yükler taşırmış. Katır ise yalnızca arada bir köylüyü pazara götürür, sonra hemen rahat ahırına dönermiş.
Bir gün, öküz yorulmuş bir halde ahıra girmiş. Katırın önünde pırıl pırıl arpa, mis gibi saman, taze su varmış; ahır da tertemizmiş. Katır ise keyif içinde uzanıyor, arada bir yeminden lokma alıp dinleniyormuş. Öküz derin bir iç çekmiş:
“Sen ne şanslısın! Bütün gün keyfine bakıyorsun, ben ise sıcakta ter döküyorum. Sırtımda yük, ayağımda çamur… Ne olurdu ben de senin gibi rahat yaşasam.”
Katır, gözlerini yarı kapatarak gülümsemiş:
“O zaman beni iyi dinle. Yarın seni tarlaya götürmek istediklerinde yere yat, kalkma. Ne yem verirse yeme, ne su verirse içme. Böylece hasta olduğunu sanırlar ve seni çalıştırmazlar.”
Öküz, bu fikri duyunca sevinmiş. Köylü ise uzaktan tüm konuşmayı dinliyormuş.
Ertesi sabah, ahırcı öküzün yanına gelmiş, ama öküz yatıp kalkmamış. Üstelik yemi de dokunulmamış. Bunun üzerine köylü, ahırcıya şöyle demiş:
“Madem öküz çalışmıyor, katırı koş. Bugün tüm işi o yapsın.”
Katır, ne olduğunu anlamadan tarlaya götürülmüş. O gün akşama kadar ağır sabanı çekmiş, eve dönünce nefesi kesilmiş, bacakları titriyormuş. Öküz onu görünce gülümsemiş:
“Sayende bütün gün dinlendim, teşekkür ederim.”
Katır ise başını bile kaldırmadan mırıldanmış:
“Keşke sana akıl vermeseydim.”
Ertesi gün, yine öküz numara yapmış. Köylü, katırı tekrar tarlaya göndermiş. Bu sefer işler daha da ağırmış. Katır eve geldiğinde sırtında yara, boynunda izler varmış. Öküz onu görünce yine teşekkür etmiş. Katır ise bu sefer ciddi bir ses tonuyla konuşmuş:
“Beni dinle dostum. Bugün köylümüz, ahırcıya ‘Eğer öküz yarın da kalkmazsa kasaba gönderin’ dedi. Derisini pazara satacaklar. Senin için korkuyorum. Yarın çalış, yoksa sonun kötü olur.”
Öküz bu sözleri duyunca irkilmiş. Hemen önündeki tüm yemi yemiş, suyu içmiş. Ertesi gün sabah güneş doğmadan ayağa kalkmış, kuyruğunu sallayarak tarlaya koşmuş.
Köylü olan biteni sessizce izlemiş, hayvanların kendi aralarındaki konuşmaların neye yol açtığını görmüş. O günden sonra katır da öküz de çalışmanın değerini anlamış. Çünkü çalışmaktan kaçmanın, bazen daha ağır bir bedeli olabileceğini öğrenmişler.
Ve köylü, bu olayı her hatırladığında gülümsemiş:
“İşte bu da bana her zaman hatırlatır ki, tembellik çoğu zaman insanı daha da yorar.”



