Çirkin Prenses

Çirkin Prenses

Çirkin Prenses Balpetek, görünmez prensle aşkı bulur; büyücü yenilir, krallık onların olur. Aşk Masalları’nın en tatlısı ve herkes mutluluğa kavuşur.

Bir varmış bir yokmuş…

Uzak, çok uzak bir ülkede, yemyeşil tepelerin arasında bembeyaz bir saray yükselirmiş. Bu sarayın kralının adı Pamukşeker’miş. Adı tatlıymış ama aklı hep avdaymış; sabah erkenden atına atlar, akşam karanlığı çökene dek ormanda dolaşır, ok atar, geyik kovalar dururmuş. Devlet işlerine gelince? Masasına gelen kağıtları bir katlar, bir açar, “Tamam, bu iş bitti!” deyip uyurmuş.

Kraliçenin adı Fıstıkzade’ymiş. Eskiden peri gibi güzelmiş, şimdi de öyle olduğuna herkesi inandırır dururmuş. Günü çay partileriyle, yeni elbiselerle, balolarla geçermiş. Krallığın işi gücü kendi kendine yürür sanırmış.

Bu ikisinin bir tek kızları varmış. Adını “Melina” koymuşlar. Daha bebekken bile öyle güzelmiş ki, güneş gibi parlak, ay gibi tatlıymış. Ama Fıstıkzade içten içe kıskanmaya başlamış. “Ya büyüyünce benden daha güzel olursa?” diye korkmuş. Sonunda dayanamamış, sarayın en uzak köşesinde, nehir kıyısında küçük, şirin bir ev yaptırmış. Etrafını yüksek duvarlarla çevirmiş, kapısına koca koca kilitler taktırmış. Melina’yı oraya, yalnızca dilsiz bir dadıyla birlikte kapatmış. Yiyecek içecekler duvardaki minik pencereden verilirmiş. Kapıda da nöbetçiler dolaşır, Kim yaklaşırsa kellesi gidermiş!

Fıstıkzade herkese aynı yalanı anlatırmış: “Aman o kız o kadar çirkin, o kadar yaramaz ki, kimsenin görmemesi hepimiz için daha iyi!” Bu yalan o kadar çok tekrarlanmış ki, sonunda saraydakilerin hepsi inanmış.

Derken Melina on beş yaşına basmış. Tam o günlerde uzak bir ülkeden yakışıklı bir prens yola çıkmış. Adı Limonçekirdeği’ymiş. Annesi babası küçükken ölmüş, onu iyi kalpli bir peri, adı Melisa Peri, büyütmüş. Melisa Peri ona hem kitaplar okutmuş, hem de parmağına takınca insanı görünmez yapan sihirli bir yüzük vermiş. Limonçekirdeği dünyayı gezerken yolu bu saraya düşmüş; Fıstıkzade’nin ünlü balolarını duymuş, bir bakayım demiş.

Sarayda günler müzikle, dansla geçmiş. Ama bir akşam Prens kulaktan kulağa “çirkin prenses” lafını duymuş. Merak etmiş: “Bir bakayım şu çirkin prensese.” Yüzüğü parmağına takmış, puf! Görünmez olmuş. Nöbetçileri atlaya zıplaya geçmiş, yüksek duvarı tırmanmış, bahçeye inmiş… ve donup kalmış.

Karşısında dünyalar güzeli bir kız, nehir kıyısında çiçeklerden taç örüyormuş. Kuşlar başına konuyor, tavşanlar ayaklarına sokuluyormuş. Meğer “çirkin” dedikleri Melina’mış! Prens bir bakışta aşık olmuş.

Günlerce görünmez bir şekilde onun yanında dolaşmış. Güzel taşlar, renkli kurdeleler, tatlı şekerlemeler bırakmış. Melina rüyalarında hep aynı sesi duyuyormuş. Sonunda dayanamamış: “Kimsin nesin, lütfen kendini göster!” diye yalvarmış. Prens yüzüğü çıkarmış, çıkıvermiş ortaya. İkisi de birbirine çılgınca aşık olmuş. Bütün yaz el ele, kahkahalarla geçmiş.

Tam her şey yolunda gidiyorken, bir gün gök gürültüsü gibi bir sesle bahçeye kocaman, tek gözlü, burnu kanca gibi bir büyücü inmiş. Adı Dikenpıtır’mış. Melina’yı görür görmez aklını kaybetmiş: “Bu kız benim olacak!” diye bağırmış. Balpetek korkudan “Prensim nerede?” diye haykırmış. Dikenpıtır gülmüş: “Prensi mi istiyorsun?” Elindeki değneği sallamış, bahçe baştan aşağı limon çiçeğiyle dolmuş. Ama tabii bizim prens yok ortada!

Melisa Peri uzaktan her şeyi izliyormuş. Hemen Melina’nın kulağına fısıldamış: “Korkma tatlım, sakın korktuğunu belli etme, ben buradayım.” Sonra Dikenpıtır’a gözükmüş: “Bu kızı ancak gönlünü yaparak kazanabilirsin. Hile yaparsan seni bin yıl kavanoza kapatırım!”

Bundan sonra Prens ile Dikenpıtır arasında tatlı bir yarış başlamış:

Hangisi Melina’yı daha çok mutlu edecek?

Prens bütün kuşları toplamış, hepsine Melina’nın adını öğretmiş. Sabah akşam kuşlar “Balpetek, Prens seni çok seviyor!” diye şen şakrak ötüyormuş.

Dikenpıtır boş durur mu? On bin kurbağayı sıraya dizmiş, beş saat boyunca şu şarkıyı bağırtmış:

“Güzel Melina, gözlerin bal gibi, benimle evlen de şeker gibi yaşayalım!”

Melina az kalsın kulaklarını tıkayacakmış ama Prens görünmez bir şekilde yanına gelip güzel güzel şeyler fısıldıyormuş, o yüzden dayanmış.

Prens bir gün nehirde inciyle süslü küçük kayıklar yüzdürmüş. İçlerinden en güzeline Kleopatra gibi bir kraliçe binmiş, Melina’e dünyanın en parlak incisini uzatmış: “Senden daha güzeli yok, bunu hak ediyorsun.” demiş.

Dikenpıtır ertesi gün ıslık çalmış, nehirden milyonlarca istiridye fırlamış, hepsi ayaklarına inci yağdırmış. Bahçe bembeyaz inciyle dolmuş.

Prens çiçeklerden mis kokulu bir çardak yapmış, içine kuş tüyünden yataklar sermiş, görünmez çalgıcılar en tatlı melodileri çalmış.

Dikenpıtır ise bir gecede koskoca altın bir köşk dikmiş. İçi dışı altın, sofralar altın tabaklarla doluymuş. Kendisi de altı tabak börek yemiş, sonra “Müzik ister misin?” deyip kendi kurbağa şarkısını bağırmış, sesi baykuş gibi çıkıyormuş.

En sonunda Dikenpıtır anlamış ki kızın gönlü başka yerde. Hile yapmaya kalkmış. “Veda etmeye geldim” deyip çalıların arkasından sopayla Prens’e vurmak istemiş. Tam o anda Melisa Peri yetişmiş, prensi kolundan kapıp bulutların üstündeki sarayına kaçırmış. Melina bayılmış. Uyandığında sevgilisini ölmüş sanmış, dünyası kararmış.

Dikenpıtır kızı uyutmuş, altın bir arabaya koymuş, kırk sekiz beyaz öküzün çektiği, üstünde rengarenk kuş tüyleri olan arabaya… Saraya getirmiş. Kapıya dayanmış: “Kızınızı bana verin, yoksa krallığınızı yerle bir ederim!”

Fıstıkzade içten içe sevinmiş: “Al götür, gözüm görmesin!” demiş. Düğün hemen ertesi güne hazırlanmış.

Zavallı Melina uyandığında kendini altınlar içinde ama yapayalnız bulmuş. Önüne bir kadeh zehir koymuşlar: “Ya bu çirkin büyücüyle evlenirsin ya da bunu içersin.” Tam kadehi dudaklarına götürüyormuş ki…

Pencere güm diye açılmış! Gökyüzünden kızıl bir bulut süzülüvermiş. Üstünde Melisa Peri ve Prens! Melina kadehi yere düşürüp sevgilisine koşmuş. Dikenpıtır sopasını kaldırmış, Melisa Peri bir fiskeyle onu tavana yapıştırmış, sonra değneğini dokundurmuş ve puf! Dikenpıtır şeffaf bir kristal topun içinde kalmış. “Bin yıl uslu uslu otur burada!” demiş.

Melisa Peri dönüp kral ve kraliçeye bakmış: “Siz bu krallığı yönetmeyi hak etmiyorsunuz. Bundan sonra taht Melina ile Prensi’indir.” Onları krallıktan indirmiş.

Melina ile Prens uzun yıllar mutlu mesut yaşamış. Bütün kuşlar, tavşanlar, çiçekler onları çok sevmiş. Eski kral hala ava gidiyor, eski kraliçe hala balo veriyor ama artık kimseye zarar veremiyorlarmış.

Dikenpıtır’a gelince… Hala o kristal topun içinde. Bin yıl dolana kadar çıkamazmış. Belki uslanmış, belki hala aynı huysuz Dikenpıtır’dır, bilemeyiz.

Masal burada biter, göç göç eder gider.
Gökten üç elma düştü:
biri anlatana, biri dinleyene,
biri de Melina ile Prens’in tatlı aşkına.

Bu Hikayeyi Beğendiyseniz:

Yorum bırakın

Yorum Bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir